7 Kasım 2009 Cumartesi

Makale-Gelişmekte Olan Ülkelerde Vergi Reformu

 

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VERGİ REFORMU*


Gelişmekte olan ülkelerde vergi reformu, IMF ve Dünya Bankası tarafından desteklenen yapısal uyum programlarının önemi gittikçe artan bir unsuru oldu. Bu ülkelerde sık sık yaşanan ödemeler bilançosu dengesizliğinin temelinde uygun olmayan maliye politikaları yatmaktadır ve giderek artan mali dengesizliğin yalnızca kamu harcamaları kontrol edilerek giderilemeyeceğine ilişkin artan bir görüş birliği mevcuttur. Üstelik, pek çok gelişmekte olan ülkenin vergi sistemi sık sık sapmalara yol açmaktadır ve önemli ölçüde dağılım problemlerine neden olmaktadır. Dolayısıyla vergi sistemlerinin yeniden yapılandırılmasının, hem makroekonomik hem de yapısal reform politikalarının başarısında hayati öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır.
1988 yılı başlarında başlatılan Dünya Bankasının bir araştırma projesi; benzer reformları yapan diğer ülke örneklerine bakarak, on gelişmekte olan ülkenin vergi reformlarıyla ilgili deneyimlerini inceledi. Bu çalışmada ele alınan ülkeler Bolivya, Kolombiya, Jamaika, Endonezya, Malawi, Meksika, Fas, Kore Cumhuriyeti, Türkiye ve Zimbabwe’yi içermektedir. Söz konusu projenin sonucu ve Dünya Bankasının spesifik vergi politikası konularında yaptığı çok sayıdaki son çalışmalar Mart 1990’da yapılan bir konferansta, Dünya Bankası tarafından yeniden gözden geçirildi. Bu makale söz konusu konferanstaki tartışmaların sonuçlarını ve ana konularını vurgulamayı amaçlamaktadır.
REFORMU ZORUNLU KILAN UNSURLAR
Vergi reformu deneyimlerinin gözden geçirilmesi, çoğu gelişmekte olan ülkede vergi yapılarının şu şekilde olduğunu göstermektedir:
• Karmaşık: idare etmek ve başa çıkmak zordur,
• Esnek değil: ekonomik faaliyetlerin değişen yapısına ve ekonomik büyümeye karşı duyarsızdır,
• Etkin değil: göreli olarak sık sık çok düşük gelir artışı sağlarken ciddi boyutlarda ekonomik sapmaları ve dengesizlikleri ortaya çıkarmaktadır,
• Eşitsizlik: aynı durumda olan kişilere ve işletmelere karşı farklı muamele yapılmaktadır,
• Adaletsiz: vergi idaresi ve uygulaması seçicidir ve vergi sistemini yıkabilecek güce sahip olanların lehinde davranmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen hepsi bir dizi ortak mali sorunla karşı karşıyadır. Hala bu ülkelerde vergi hasılatını tüketim vergileri yoluyla yükseltme imkanı mevcutken, bu ülkeler dış ticaretten alınan vergilere aşırı ölçüde bağımlılık duymaktadırlar. Bu da, bu ülkelerin uzun dönem uluslararası rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemektedir. Bu ülkelerde tarımsal kazançlar, arızi kazançlar ve bazı ülkelerde kamu kesimi ücretleri vergilendirilmezken; kazanılmamış gelir, gayrimenkuller ve servet üzerinden alınan vergilerin toplam vergi hasılatı içindeki payı çok küçüktür. Sonuç olarak, kişisel gelir ve kurumlar vergisi dar bir vergi tabanı üzerinden yüksek oranlı olarak tahsil edilmektedir.
Ayrıca, mevcut vergi sistemleri ve vergi hasılatının artırılması; endüstriyel ve bölgesel gelişme, tasarruflar, yatırımlar, istihdam ve ihracatın teşviki gibi ekonomik politika amaçlarıyla sık sık çatışma halindedir. Yaygın bir uygulama, ayrıcalıklı vergileri uygulamaya koymak ya da tercih edilen faaliyetler için istisnalar ya da özel indirimler sağlamaktır. Belli faaliyetleri desteklemek için devletin alacağı gelirden vazgeçmesi kamu maliyesi literatüründe “vergi harcaması” olarak adlandırılmaktadır. Örneğin çok sayıda ülke, gelişmemiş bölgelerde yatırımları teşvik etmek için, başlangıçta vergiden muaf döneme (vergi tatiline) imkan sağlamaktadır. Bununla beraber, kötü uyum ve uygulama koşulları nedeniyle bu tip tedbirler sık sık kişisel politik menfaatlerle uyuşmamakta ve diğer faaliyetler daha yüksek oranlarda vergilendirilmek zorunda kalınmakta ve bu da vergilemede artan ölçüde eşitsizliğe ve etkinsizliğe yol açmaktadır.
Çok sayıda ülke, anılan faktörlerin teşhis edilmesiyle birlikte vergi sistemlerini reforme etmeye başladı ve gün geçtikçe sayıları daha da artan ülkeler vergi sistemlerini kritik bir şekilde değerlendirmek suretiyle reformlara uyum sağlamaya çalışmaktadırlar. Vergi sisteminin genel amacı; siyasi açıdan mümkün olabilecek ve idari açıdan uygulanabilir vergilere dayanan ve asgari bir ekonomik sapma ile beraber yeterli ölçüde gelir sağlayan etkin bir vergi sistemini güvence altına almaktır. Vergi reformunun konusunun ülkeden ülkeye değişmesine karşın- ki bu mevcut vergi sisteminin karakteristiğine, idari kısıtlamalara ve hükümetin sosyal ve ekonomik önceliklerine bağlıdır-, vergi reformunun yönü hakkındaki bazı genel sonuçlar yukarıda bahsedilen on ülkenin deneyimlerinden çıkarılabilir.
VERGİ REFORMUNDAN ÇIKARILACAK DERSLER
Vergi tabanının genişletilmesi ve vergi oranlarının düşürülmesi, gelişmekte olan ülkelerde yapılan herhangi bir vergi reform girişiminin en başta gelen amacı olmalıdır. Gelişmekte olan ülkeler, dar vergi tabanı üzerine yüksek vergiler koymaktadırlar ki bu vergi kaçakçılığını teşvik etmekte ve bu da vergi sisteminin adaletine gölge düşürmektedir. Vergi tabanının genişletilmesi vergi hasılatının artmasını sağlarken, aynı zamanda benzer ekonomik duruma sahip olan kişilere ve çeşitli ekonomik faaliyetlere de benzer vergi muameleleri yapılmasına ortam hazırlamaktadır. Genel olarak, gelir düzeyi yüksek olanlara fayda sağlayan vergi ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması yoluyla çeşitli gelir grupları arasındaki vergi yükünün dengelenmesini sağlar. Vergi oranlarının düşürülmesi vergilemede tarafsızlığı sağlayarak vergilemenin olumsuz etkilerini hafifletir.
Katma Değer Vergisi, gelişmekte olan ülkelerde satış vergileri reformunun en önemli unsuru olarak biçimlendirilmelidir. Katma değere dayanan geniş tabanlı bir tüketim vergisi, ekonomik faaliyetlerde sapmaya yol açmayan bir tarzda kamu gelirlerinde önemli miktarda artış sağlayabilir. Ayrıca bu vergi daha yüksek tasarrufları teşvik eder. Böyle bir verginin genel olarak dağılım konusunda ne ima ettiği tam olarak anlaşılamazken, ithalat üzerinden alınan KDV’nin kompozisyonunun (bileşenleri) kambiyo lisansı ve yüksek gelirli ithalatçılar üzerine tahakkuk ettirilen kiraları düşürmesi beklenir. KDV, üretim ve dağıtım kanalları yoluyla doğruluğu kanıtlanabilir işlem kayıtları tesis etmek suretiyle diğer vergilerin tahsilatının iyileşmesine de katkıda bulunabilir. Ancak, bu potansiyeli gelişmekte olan bir ülke kendi çıkarı için kullanamamaktadır. Geçmiş yıllarda, İlave gelir elde etmede ve Endonezya, Türkiye, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Kore ve Malawi’de vergilemenin işlem maliyetlerinin düşürülmesinde KDV’nin benimsenmesinin başarı sağladığı görülmüştür. Tabi ki gelişmekte olan ülkelerde KDV’nin uygulanması bazı olağandışı zorlukları da ortaya çıkarmaktadır. Tipik bir gelişmekte olan ülkede KDV, kayıt dışı ekonomik sektörlerde gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin büyük bir kısmını kapsamada yetersiz kalmaktadır. Bunun yanında, fakirleri (sadece yaşamaya yetecek kadar geliri olanlar) vergi ağının dışında tutmak için temel gıda ve ihtiyaç maddeleri genellikle istisnaya tabi tutulmaktadır ki bu durum idari karmaşıklıklara neden olmaktadır. Bölgelerarası ticaret, KDV yönetimi için kendine özgü problemler ortaya çıkarmaktadır. Bu şekildeki ticaret üzerindeki eyaletlerarası vergi indirimini sağlamak için basit alternatif kurallar kabul edilmelidir. Üstelik KDV’nin dar tabanlı üretim sektörüne ve büyük ölçüde sınır ötesi ticarete sahip küçük ada tipi ekonomilerde, iyi bir biçimde işlevini yerine getiren perakende satış vergisine karşı bir üstünlüğünün olmadığı düşünülmektedir.
Vergi sisteminde tek tek vergi konularıyla ilgili düzenlemeler yapmak yerine, sistemin bütününü ele alan koordineli bir vergi reform hareketi önemli avantajlar sağlar. Koordineli bir vergi reformu, kişisel vergilerdeki değişiklikleri vergilemenin bütün amaçlarıyla uyumlu hale getirir ve bu vergi değişmelerinin uyumunu temin eder. Örneğin, tarifelerde yapılacak bir indirimin vergi hasılatı üzerindeki azaltıcı etkisi diğer vergilerle telafi edilmez ise mali açık büyüyebilir ve makroekonomik sorunlar derinleşebilir. Bu vergilerde koordineli bir reform yapılması (bütün vergilerde eşzamanlı bir reform anlaşılmalı), tarifelerdeki azalışı hem yurtiçi tüketim hem de ithalata eşit bir şekilde uygulanacak tüketim vergisindeki artışla bağdaştıracaktır. Aynı zamanda vergi reformu, ekonomik performansın bütününü tüm yapısal uyum tedbirleriyle yakından entegre edebilmelidir.
İyileştirilmiş bir vergi idaresi vergi reformunun başarılı olmasının ön koşuludur. Gelişmekte olan ülkelerde vergi idaresinde karşılaşılan güçlükler, hem mevcut vergilerin tabanını genişletme hem de vergi oranlarını düşürme başarısını engellemeye devam etmektedir. Bu alanda gözlemlenen başarısızlık birçok faktöre bağlanabilir: Ayrıcalıklı ve kontrolsüz yetki icraatları; etkin olmayan vergi idaresi –ki bu kısmen geçmişten bu güne süregelen durumdan kaynaklanmaktadır-; tarımsal gelirleri vergilendirmeyle ilgili kurumsal ve politik zorluklar; vergi kaçırma davranışının bir istisna olmaktan öte bir kural haline geldiği bir ortamda gelir vergilerinin hasılat sağlama aracı olma özelliğini yitirmesi. Şu halde, vergi sisteminin yeniden yapılandırılmasına çalışılırken, aynı zamanda vergi idaresinin reforme edilmesi de önem taşımaktadır.
Vergi sisteminin hasılat dışı amaçlar(belirli yatırımlara yönelik vergi ayrıcalıkları tanınması) için kullanılmasının önüne geçilmelidir. Vergi sistemi yasal olarak çok daha fazla, sosyal ve ekonomik amaçlar için kullanılabilirken, böyle bir tercih, sık sık mevcut faaliyetler üzerinden beklenmedik kazançlar sağlayarak ya da kaynakların vergi ayrıcalıklı faaliyetlere yönelmesi yoluyla -ki bu olay nihayetinde vergi tabanını daraltmaktadır- devlet hazinesinin erimesine yol açar. Dolayısıyla, ekonomik ve sosyal amaçları karşılayacak vergi politikalarının planlanmasında, bu tedbirlerle bağlantılı olabilecek gelirler ile verimlilikdeki potansiyel kayıplara karşı potansiyel kazançlar mutlaka ağır basmalıdır. Son zamanlarda Kolombiya, Meksika, Endonezya ve Jamaika vergi sisteminin hasılat dışı amaçlar için kullanılmasının önüne geçmek için birtakım vergisel reformlar uygulamaya koydu.

Endonezya’nın Vergi Reformu Deneyimleri
1983 öncesi dönemde Endonezya toplam vergi gelirlerinin 1/3’ünden daha azını petrol dışı kaynaklardan sağlamıştır. Yıllardan beri, vergi sistemi mali amaçlar dışında başarısız bir şekilde kullanıldı. Örneğin bölgesel ve endüstriyel kalkınmanın yanında az gelişmiş toplulukların kalkındırılması amacıyla kullanıldı. Bu süreçte, gelir kaynaklarının çoğu -özellikle gelir ve satış vergileri – dar bir vergi tabanı üzerinden alınan çok oranlı bir sisteme bağlıydı. Etkin olmayan vergi idaresi, bu sorunların daha da derinleşmesine yol açtı. Vergi sistemindeki eşitsizliklerin farkına varılmasına karşın, artan petrol gelirleri vergi sisteminin reforme edilmesine duyulan acil ihtiyacı azalttı. Bununla beraber 1980’lerin başında yaşanan petrol krizi, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesine ivme kazandırdı. Buna rağmen, 1983’te uygulamaya konulan vergi reformu tedbirleri ile; geniş tabanlı tüketim vergileri ve vergi idaresinin iyileştirilmesi suretiyle kamu gelirlerinin arttırılması gerekliliği üzerinde duruldu. Bununla beraber, bu durum kaynak dağılımındaki sapmalara neden olan vergileri minimize etmek ve fakir insanları vergi kapsamı dışında tutmak suretiyle başarılmalıydı..
KDV, lüks tüketim malları üzerinden alınan bir vergi ile birlikte uygulamaya konuldu. Kişisel ve kurumsal gelir vergilerinin tabanı genişletildi ve daha düşük nominal vergi oranlarına tabi tutuldu. Tüm kaynaklardan elde edilen gelirlere uygulanabilen üç oranlı (yüzde 15, yüzde 25, yüzde 35) bir yapının yerine, 17 kişisel gelir vergisi oranı ile 3 kurumlar vergisi oranı ikame edildi. Spesifik vergi ayrıcalıklarının pek çoğuna son verildi. Ancak, gelir vergisinde uygulanan temel muafiyet düzeyi hemen hemen nüfusun yüzde 90’ını kapsamından çıkarmak için arttırıldı.
Endonezya’nın vergi reform stratejisi, bu reformda belirtilen amaçları karşılamada ölçülebilir bir başarı derecesine sahip oldu. Yalnızca üç yılda petrol geliri dışındaki gelirler GSYİH’nın bir payı olarak hemen hemen yüzde 50’ye çıktı. Bu başarı, büyük ölçüde KDV’nın uygulamaya konulmasına bağlanabilir. Ayrıca, KDV’nin uygulanması yurtiçinde imal edilen mallarla ilgili ithalata uygulanan ayrıcalıklı vergi muameleleri ile daha önceki satış vergilerinin piramitleşme etkilerini ortadan kaldırdı. Üstelik işletme girdileri ve ihracatı, vergileme kapsamı dışında tutuldu.
Endonezya, üç yıl boyunca vergi sisteminde büyük değişiklikler gerçekleştirdi. Endonezya’nın tecrübeleri göstermektedir ki, vergi sistemini bütünüyle gözden geçirme işine girişmeye politik açıdan istekli gelişmekte olan bir ülke, böyle bir girişimden önemli ekonomik faydalar sağlamada başarılı olabilir.

Vergi reformu hem yurt içinde hem de yurt dışındaki başlangıç koşullarını dikkate almak zorundadır. Vergi sistemlerinin reforme edilmesinde gelişmekte olan ülkeler yalnızca sahip oldukları kurumsal çerçeve tarafından değil, bunun yanında sermaye ihraç eden ülkelerdeki vergi yapısı tarafından da kısıtlanmaktadır. Örneğin, ABD’nin dış vergi indirim rejimi, gelişmekte olan ülkelerde nakit akış sistemine dayalı vergilemenin (bu sistemde aynı yılda gerçekleşen gelir matrahından gelirin elde edilmesi için yapılan bütün harcamalar düşülmektedir) benimsenmesine engel olmaktadır. Çünkü, böyle bir sisteme göre Amerikan yatırımcıları tarafından gelişmekte olan ülkelere ödenen vergiler bu yatırımcıların kendi ülkelerindeki vergi yükümlülüklerine karşı mahsup edilememektedir. Buna rağmen, yurtiçi koşullar vergi sisteminin tamamen yeniden dizayn edilmesinde ciddi geçiş güçlüklerine yol açabilecek şekilde cereyan edebilir. Bu yüzden gelişmekte olan ülkeler vergi reform çabalarının başarılı olmasını garanti altına alacak yurtiçi ve yurtdışı başlangıç koşullarını göz önünde bulundurmak zorundadır.
Uluslararası rekabet üzerindeki vergi politikasının etkisi, vergi reformlarının analiz edilmesinde şimdiye kadar pek fazla dikkat toplamamıştır. Öyle gözükmektedir ki; gelişmekte olan ülkeler potansiyel yatırımcıların kendi ülkelerinde karşı karşıya oldukları vergi rejimlerine yeterince önem vermezlerken; yabancı yatırımcılara artan oranda teşvik olanakları sunmak suretiyle sık sık gereksiz vergi rekabetiyle meşgul olmaktadırlar. Evrensel bir vergi sistemine sahip ülkeden gelen yatırımcı, herhangi bir olumsuz teşvik etkisi olmaksızın ev sahibi ülke tarafından yatırımcının kendi ülkesindeki oran üzerinden –örneğin ABD vergi oranı üzerinden- vergilendirilebilir. Üstelik ev sahibi ülke, transfer fiyatlaması (örneğin, şirket içi muamelelerin fiyatlandırılması) yoluyla gelirin düşük oranlı vergiye sahip bir ülkeye ya da vergi cennetlerine kaymasını* önleyici tedbirleri garanti altına almak zorundadır.
Vergi rejiminin kredibilitesi, herhangi bir vergi reformunun başarısı için hayati öneme sahiptir. İstikrarlı bir vergi politikası ortamı, iş adamlarına finans ve yatırım kararlarında uzun dönemli bir bakış açısı sağlar. Geçiş düzenlemelerine yeteri kadar önem vermeksizin yapılan vergi değişiklikleri, vergi sisteminin kredibilitesine zarar verir. Bu yüzden geçiş düzenlemeleri, gelişmekte olan ülkelerde bu düzenlemelere şimdiye kadar verilenden çok daha fazla detaylı analizi gerektirir. Vergi reformunun hazırlanmasına çok daha fazla önem verilmesi, reformların analiz edilmesi, ileri düzey danışmanlık ve reform uygulanmasına geçilmeden önce makul bir uyum sürecinin sağlanması, vergi reformuna uyum kolaylıkları ve vergi reformlarının tarihsel tutarlılığı iş çevrelerinin güvenini tesis etmek suretiyle vergi rejiminin kredibilitesinin sağlanmasına yardımcı olacaktır. Genel olarak istikrarlı bir vergi rejimi amaç olmalı ve sık sık vergi değişikliklerinden kaçınılmalıdır.
VERGİ REFORMUNUN POLİTİK EKONOMİSİ
Vergi reformu hassas ve zor bir süreci içermektedir. Kapsamlı bir vergi reformundan sağlanacak kazançlar genelde orta dönem sonrası ortaya çıktığından, toplu bir reformu gerçekleştirmede siyasi koalisyonu biçimlendirmek ve uzlaştırmak başta gelen görevdir. Vergi reformlarındaki gerçekçi yöntem zamanla uyumlu bir tarzda reformların teşviki için çabalamaktır. Vergi reformunun tarihsel tutarlılığı arzulanırken, bunu pratiğe dönüştürmek zordur. Örneğin Kolombiya da net servet vergisi, 1974, 1986 ve 1988 reform girişimlerinde vergilemenin önemi artan bir öğesi olarak düşünüldü. Ancak, 1989’da bu vergi yürürlükten kaldırıldı. Benzer şekilde gelir vergisi oranı düşürülürken tabanının genişletilmesi reformların gerçekleşmesine mani olacak önemli bir tepkiyle karşılaşmadı. Bununla beraber bu değişiklikleri uygulamaya koyduktan sonra, eğer vergi ayrıcalıkları sonradan özel çıkarları tatmin etmek için düzenlenirse, halihazırdaki düşük vergi tabanı üzerine daha düşük vergi oranları uygulanacağından, başlangıçtaki vergi reform çabası bütçe üzerinde olumsuz etki yapacaktır.
Ayrıca, vergi değişiklikleri hem kazananları hem de kaybedenleri ortaya çıkarır. Her bir vergi değişikliği, etkinlik ile yatay eşitlik arasında varolan bir değişim oranını ortaya çıkarır ki bu değişim oranı iyi bir şekilde tanımlanmak ve uygun bir şekilde üzerinde durulmak zorundadır. Gelişmekte olan ülkelerde etkinlik ile yatay adalet arasındaki değişim oranının saptanmasında muafiyetlerden yararlanılır. Gelir grupları, coğrafi bölgeler ve politik yandaşlar arasındaki kazançlı çıkanlar ile kaybedenlerin açıklığa kavuşturulması büyük önem arzettiğinden, reform tedbirlerinin uzun dönemli uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği objektif bir şekilde değerlendirilebilir. Vergilemenin gelir dışı amaçlarının gerçekleştirilmesinde kısa dönemli vergi tedbirlerinden kaçınılmalıdır. Çünkü bu vergi tedbirleri, güçlü siyasi seçmenler ortaya çıkarır (rant grupları). Kapsamlı bir vergi reformu çeşitli grupların kazananları ile kaybedenlerinin dengelenmesi olanağını ortaya koyar ki bu fırsat genelde aşamalı bir vergi reformunda ortaya çıkmaz.
Ülke deneyimleri, vergi reformu amaçlanırken reform yapacak ülkenin ekonomik ve kurumsal düzenlemeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Örneğin Kolombiya, Endonezya ve Malawi gibi düşük ve orta gelirli ülkelerde, gelir vergilerinin tabanının genişletilmesinden elde edilecek vergi gelirlerinin makul bir ölçüde olması beklenmekte ve bu yüzden de Katma Değer Vergisinin gelir artırma çabasının temel dayanağı olması gerektiği vurgulanmaktadır. Diğer taraftan Kore gibi yeni sanayileşmiş ülkelerde vergi tabanının genişletilmesinden daha fazla vergi geliri elde edilmesi için kayda değer bir potansiyel bulunmaktadır. Federal bir ülkede, vergilendirme yetkisi federe devletler arasında değerlendirilmektedir ki, böyle bir değerlendirme vergi reform tercihlerini tipik bir şekilde kısıtlamaktadır. Örneğin Hindistan’da federal bir Katma Değer Vergisi’nin uygulamaya konulması eyalet düzeyindeki muhalefet tarafından kısıtlanmaktadır. Eyaletler, Federal bir Katma Değer Vergisinin kendilerine eyalet ve yerel satış vergisi koymada daha az karar verme yetkisi bırakacağından endişelenmektedirler. Öte yandan Pakistan’da bölgelerarası ticaretten alınan ve “octroi” olarak adlandırılan vergi, yerel yönetimler için önemli bir gelir kaynağı olduğundan yürürlükten kaldırılamazdı. Arazi vergilemesi, artık gelişmekte olan ülkeler için önemli bir gelir kaynağı olamaz. Eğer yerel yönetimlere bu gelir kaynağını vergilendirme yetkisi verilirse, onlar için gelir kaynağı ihtiyacı sorun olmaktan çıkacaktır. Yerel bir arazi vergisi, yerel kamu hizmetlerinin karşılığında alınan bir harçtır ve bu yüzden sapmaya yol açmayacak bir tarzda gelir artırımında önemli bir potansiyeldir.
Vergi idaresi ülke gelişiminde anahtar bir rol oynamaktadır. Bu yüzden, vergi politikası; ülkenin halihazırdaki mevcut idari uygulamaları ve geliri artırmak için ne gibi potansiyellerin varolduğunu gözönünde bulundurmak zorundadır. Çeşitli departmanlardaki (ya da aynı departman içindeki farklı şubelerde) kamu politikasını bölümlere ayırma, vergi reform seçeneklerini sınırlandırır. Örneğin yukarıda ele alınan ülkelerin hiçbirinde vergi ve transfer seçenekleri eş zamanlı olarak gözönüne alınmamıştır. Tercihler silsilesi, alternatif vergi araçlarından birini seçmek için kısıtlanmıştır ve doğrudan harcama seçenekleri hariç tutulmuştur.
Eğer reformların başarılı olması isteniyorsa, bir ülkedeki yerel düzeydeki siyasi ve sivil hizmetleri gerçekleştiren elit kesim, önerileri (vergi reform teklifleri) üstlenmek zorundadır. Bunun yanısıra yerel uzmanlar ülkenin siyasi nabzını daha iyi değerlendirebileceklerinden, bu uzmanların reformların dizayn edilmesine katılımı reformların başarı şansını artırır. Kolombiya ve Malawi’deki vergi reformlarının başarısı kısmen yabancı danışmanlarla yakın olarak çalışan eğitimli yerel uzmanlara bağlanabilir.
Vergi uyumlaştırmasını artırmanın yolu reform önerileri konusunda yalnızca kişilere başvurmak değil, aynı zamanda onlara paranın nasıl ve nereye harcanacağı konusunda açık bir fikir vermektir. Malawi’de, vergi değişiklikleri son aşamaya getirilmeden önce mükelleflerin gelir vergisine karşı tepkilerini ölçmek için vergi değişiklikleri konusunda geniş ölçekli bir danışmanlık süreci vardı. Bu danışmanlık süreci, nihai reformların, reformlardan etkilenecek nüfusun çok büyük bir kısmı tarafından kabul edilmesine imkan sağladı.
Nihayetinde, vergi reformuna giden yolda her ne tercih yapılırsa yapılsın, uygulama başlamadan önce somut ve kapsamlı bir planın uygulanmasına yardımcı olur. Bu yüzden, gelecekte yapılacak vergi reformları, ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarının değişimine ayak uydurabilecek nitelikte olmalıdır.

Vergi Dünyası Dergisi, Nisan 2002 sayısında yayınlanmıştır.

Gelişmekte Olan Ülkelerde Vergi Reformu Javad Khalilzadeh-Shirazi & Anwar Shah (Çev: Ersan Öz)

Hiç yorum yok:
Write yorum

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.