2001 Türkiye Krizi
Faizsiz bankacılığın krizlere karşı klasik bankalardan daha dayanıklı olduğu bilinmektedir. Bunun nedenlerini banka bilançolarının aktif ve pasifine göre açıklamak daha uygun olacaktır.- Bilançonun pasifi: Bilançonun pasifinde toplanan fonlar, alınan krediler ve öz varlık vardır. Katılım bankalarının dağıttıkları kar payları finansmandan sağladıkları kardan karşıladıkları ve ne kadar kar elde edildi ise o kadar kar payı dağıtılacağı için ikisi arasında yüzde yüz bir paralellik bulunmakta ve bu durum katılım bankasına, faizle çalışan ve faiz taahhüdü bulunan bankalara nazaran ciddi bir avantaj ve esneklik sağlamaktadır. Şöyle ki, katılım bankasının finansman karları yani kar payı gelirleri arttıkça dağıttıkları yani kar payı giderleri deartmakta, kar payı gelirleri azaldıkça kar payı giderleri de azalacaktır.
Bilançonun aktifinde ise, katılım bankaları krizde en fazla piyasa riski nedeniyle sorunlu kredilerin artmasından dolayı etkilenmiştir. Ancak bu durum 2001 yılında 5 katılım bankasından ikisinin yılsonunu karla kapatmasına engel teşkil edememiştir. Çünkü katılım bankalarının kredi alacaklarının tamamı mal alımının finansmanında kullanıldığı ve gerçek işlemlerden kaynaklandığı için takipteki kredi oranı % 20 leri bulsa da müşterilerle yapılan protokoller sonucunda bu alacakların çoğu tahsil edilmiştir. Başka bir deyişle katılım bankalarının çalışma prensibi gereği finansmanın % 100 gerçek ekonomik faaliyetlere dayanması, bu yöntemin ayrıca spekülatif, verimsiz ve amaç dışı kredi kullanımına izin vermemesi neticede kredi portföyünün emniyetini arttırmış uğranılan zararı asgari düzeyde tutmuştur. Ayrıca mevduat bankaları gibi dışarıdan sendikasyon yoluyla kaynak bulup bunu TL ya çevirip devlet iç borçlanma senedi alarak kur ve faiz riskine girmemişler, hızlı kaynak çekilişine rağmen mali durumlarını kısa sürede düzeltmişlerdi.
Hâlbuki mevduat bankaları 2001 krizinden çok daha fazla etkilenmişler, 23 banka batmış, 50 milyar dolarlık zarar hazineye devredilmiştir. (Bu zararın bir bölümü (yaklaşık faizle birlikte % 20’ si) TMSF’nin üstün gayreti sonucunda tahsil edilmiş ise de özellikle kamu bankalarından gelen 23 milyar dolarlık zararın tamamı hazineye ve Türk halkına fatura edilmiştir. 2001 sonunda batan bankalardan başka bütün mevduat bankaları zarar etmiş, hatta bu zarar en büyük bankalarda bugünkü parayla 1 milyar TL liraya kadar yüksek gerçekleşmiştir.
Bu kadar büyük zararın nedenleri ise kısaca şöyle açıklanabilir. Mevduat bankaları 1990 ve 2000’li yıllarda topladıkları fonların önemli bir bölümünü yüksek faiz getirisi ve düşük riski nedeniyle hazine bonosu ve devlet tahviline yatırmışlardır. 2001 Şubatına kadar 690 TL olan USD kuruyla dışarıdan ucuz kredi alan bankalar bu parayı % 30 – 40 faizli hazine kâğıtlarına yatırdılar. 2001 krizine bu pozisyonda yakalandılar. Kriz sonucunda şöyle bir tablo oluştu.
Kur: 1.000 -1.300
DİBS faizi : % 80- 90
Bankalar hem döviz riski hem de faiz riski almışlardı. Hem borçlarını yeni kurla yani % 4070 yüksek kurla ödediler hem de portföylerindeki DİBS’lerin faiz gelirleri üçte bire düştü, yani % 70 azaldı. İki yönden büyük zarar ettiler. DİBS portföyünde yabancı kaynak fazla olan Demirbank gibi bankalar iflas etti, Türkiye’nin en büyük bankalarından birisi olan bir banka da iflasın eşiğine geldi ve iştiraki olan Türkiye’nin en eski bankasını da kaybetti. Bu bankalar DİBS lerin vadelerine kadar zarar etmeye devam etti. Ancak bunların vadeleri genelde kısa olduğu için buradan kaynaklanan zarar bir süre sonra durdu. Ayrıca Kemal Derviş ekibinin İMF güdümünde aldığı sert tedbirler sayesinde ekonomide elde edilen hızlı düzelme de bankalardaki kan kaybını büyük ölçüde durdurdu. Sonuç olarak Türk ekonomisi ve bankacılık sektörü DİBS’lerin kısa vadeli olması ve alınan zecri tedbirler sonucunda büyük bir felaketin eşiğinden dönmüş oldu.
Hiç yorum yok:
Write yorumNot: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.